Başak Nur GÖKÇAM
Uluslararası bir araştırmacı grubu, küresel arazi alanının yaklaşık yarısının korunmasının, doğanın insanlara yaptığı katkıların neredeyse tamamını koruyabileceğini ve yine de on binlerce türün biyolojik çeşitlilik hedeflerini karşılayabileceğini ortaya koydu. Ancak yapılan incelemeler aynı öncelikli alanların, insani gelişme karşısında çatışma riskiyle karşı karşıya olduğunu ve bu alanların yalnızca yüzde 18’in korunduğunu gösterdi.
Nature Communications’da yayımlanan araştırmaya ilişkin konuşan ve Cornell Ornitoloji Laboratuvarı’nda baş yazar olan Rachel Neugarten, “Biyoçeşitlilik, iklim ve sürdürülebilir kalkınma birbirinden ayrı düşünülemez. Ayrıca temiz su, karbon depolama, mahsullerin tozlaşması, taşkınların azaltılması, kıyıların korunması ve daha fazlası dahil olmak üzere doğanın insan refahına katkılarını da hesaba katmalıyız” dedi.
Antarktika hariç küresel kara alanının kabaca yarısının (yüzde 44-49) insanlara doğanın mevcut hizmetlerinin neredeyse tamamını (yüzde 90) sağladığını ve aynı zamanda 27 bin kuş, memeli, sürüngen ve amfibi türünün biyolojik çeşitliliğini koruduğunu belirten araştırma yazarları, bulguların aynı zamanda potansiyel çatışmaya da işaret ettiğine dikkat çekti.
Arazi alanlarının yüzde 37’sinin tarım, yenilenebilir enerji, petrol ve gaz, madencilik veya kentsel genişleme yoluyla kalkınmaya son derece uygun olduğunun belirtildiği çalışmada, bu kadar yüksek bir gelişme potansiyelinin, halihazırda az sayıda öncelikli alanın korunduğu gerçeğiyle birleştiğinde, başarılı bir korumanın yaratıcı çözümler gerektireceği anlamına geldiği belirtildi.
Arazi kullanımı gibi çözümlerin, özellikle yenilenebilir enerji ve ticari tarımın büyüyen alanlarında, sürdürülebilir kullanım ve çok işlevli peyzaj planlaması yoluyla insan faaliyetlerine dikkatli bir şekilde uyum sağladığının ifade edildiği araştırmaya ilişkin konuşan Neugarten, “Dikkatli bir şekilde tasarlanırsa yenilenebilir enerji gelişimi, biyolojik çeşitliliğin korunması ve insanlara sunulan ekosistem hizmetleriyle uyumlu olabilir. Bunun örnekleri arasında rüzgâr santralleri altında hayvan otlatmak veya güneş panelleri altında yerel polen taşıyıcı bahçeler yetiştirmek yer alıyor. Ancak dikkatli bir planlama yapılmadan yenilenebilir enerji hedeflerine ulaşmanın doğa koruma hedefleriyle çelişmesi gibi gerçek bir risk var” dedi.
Çalışmaya ilişkin değerlendirmede bulunan Conservation International’ın iklim değişikliği ve biyolojik çeşitlilik direktörü ve çalışmanın ortak yazarı Patrick Roehrdanz, “Aynı zamanda yüksek kalkınma baskısı altında olan yüksek koruma değerine sahip bölgelere odaklanmak, her zaman küresel korumanın ilgisini çekmeyen bazı beklenmedik alanları ortaya çıkarıyor. Bunlar arasında Amerika Birleşik Devletleri’nin güneydoğusu, Brezilya’nın güneyi ve Uruguay, Avustralya’nın güneydoğusu ve Avrasya’daki çalışma alanları yer alıyor” ifadelerinde bulundu.
“Bu bilgiler, COP28 taahhütleri için kritik öneme sahip”
Dünya Yaban Hayatı Fonu Küresel Biyoçeşitlilik Lideri Becky Chaplin-Kramer ise, “Bu haritalar, hükümetteki karar vericilerin, koruma STK’larının yanı sıra bağışçıların ve finansman sağlayan kuruluşların, doğanın insanlar ve türler için temel faydalarını, hayatta kalmamız ve refahımız için anahtar olan faydaları belirlemelerine yardımcı olabilir. Bu tür mekansal bilgiler, Kunming-Montreal Küresel Biyoçeşitlilik Çerçevesi kapsamında yapılan koruma taahhütlerinin yanı sıra Dubai’deki son COP28 sırasında verilen iklim değişikliğini azaltma ve uyum taahhütlerinin uygulanması için kritik öneme sahiptir” değerlendirmesinde bulundu.
Aynı anda birden fazla sorunla mücadele edilebilmeli
Araştırmaya ilişkin konuşan ve karşılaşılan zorlukların çok büyük olduğuna vurgu yapan kıdemli yazar Garvin Profesörü Amanda Rodewald de, “İklim değişikliği, biyolojik çeşitlilik kaybı, yoksulluk ve su güvensizliğiyle mücadele etmek için mevcut kaynakların sınırlı olması nedeniyle, stratejik olmalı ve aynı anda birden fazla sorunla mücadele etmenin yollarını bulmalıyız” ifadelerinde bulundu.